17 Ekim 2011 Pazartesi

Terkedilmiş balıkçılar diyarında...






Her mevsimi severim ben.
Her iklimin yaşattığı ruh hali,
dönüştürdüğü ruh rengi,
zaman zaman gizleyerek,
zaman zaman gözüne soktuğu ruh defoları...
Gökyüzündeki coğrafi,
yeryüzündeki ruhi med cezirler...
Hep 'dönmek' duygusunu çağrıştırır bende.
Kimi zaman geri dönmek, kimi zamansa ileri...
*******
Ama en çok mevsimler arası tezat dokunuşları severim.
Ait oldukları üçer aylık periyotlarda değil de,
terk edildikleri diğer zaman dilimlerinde
'geri dönen' olmayı severim...
*******
İşte tam da böyle bir yerde,
Çoğularının hafızalarında herhangi bir izi olmayan,
küçük, salaş, tekdüze, sakin,
huzurlu-huzursuz,
zamanın durduğu bir zaman makinesi hissi yaşatan
bir kasabadaydım dün…
Öylesine sessiz, öylesine yoksun duruyordu ki
adım atarken çıkaracağımız sesin onu rahatsız etmesinden,
dinginliğini örselemesinden korktum.
*******
Her kavgadan, itişmeden uzak…
Her varlık veya kimseyle hesabını kapatmış…
Tek sözleşmesini kıyıyı tarayan dalgalar ile yapmış…
*******
Kalan üç-beş yerlisine ise sahip çıkmış…
bir griye, bir fümeye, bir alacakaranlığa çalan kasaba renklerinin üzerindeki
uğursuzluğu kaldırmak istercesine,
denizini rengarenk takaları ve onlardan atılan ağlarıyla
şenlendiren balıkçıların ekmek teknelerini sağlam köşeye kaldırmış…
Görünür yere ise her ölmeyen terk edileni güçlendiren
 özgüven duygusu kurulmuş.
*******
Çokça misafirperver davrandığını söyleyemeyeceğim.
Şehirlerin ılımlı soğuğundan uzak,
Sert ve haşin rüzgarıyla tam anlamıyla savuşturdu bizi…
Bu yokluk zamanında neyin varlığını aradığımızı sordu…
*******
Siteminin üzerinde durmadık.
Sunduğu kadarını aldık, sunmayı reddettiklerini onun terk edilmişliğine bıraktık..
Ancak sevmeyi bilmeyenlerin
 ısrarcı ve talepkar hallerinden uzak,
severek bir olmayı, bütün olmayı,
yaşamlarını bu biçimde çoğaltmayı öğrenmek şansına erişmiş iki yolcu olarak,
bir dahaki buluşmaya değin
geçip yittik bu handan…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder