22 Kasım 2011 Salı

İşte altın kızlar...

Az önceki fotoğraflara eklemeyi unuttuğum çok güzel bir tane daha..
İşte altın kızlar...:)

Bizim suçumuz yok, koçumuz var !!!

Çok güzel bir haftasonu geçirdik maaile…
Son damlasını Cumartesi akşamı saat 18.30’da Bursa’dan çıkıp, 22.00’den önce Çeşme’ye varabilmek için harcadığımız enerjimizle karanlık otobandan sonra vardığımız otelimizde, bizi merakla kapılarda bekleyen sevgili ailemizin sevgi dolu kollarına kendimizi bıraktık.

Onca çabaya rağmen yemeğe yetişememiş olmanın verdiği hayal kırıklığını, ismi Behzat Ç.’den sonra önemli bir doğum günü operasyonundaki kısaltmalara karışan A.Ç.E. (Ali Çetin Eren) yani bizim tabirimizle Ali Baba’nın peşine takılan kırk haramiler olarak vardığımız leziz pidecide dağıtarak, bol gülmeli pide-çorba ve benzerlerini mideye indirdik.
Otele geldiğimizde bizi bekleyen teyzemlere de anlattığımız hikâyelerle girdiğimiz kahkaha krizinde geyiği iyice dibe vurarak odaların yolunu zor bulduk.

Kendimizi Sheraton’ın tatlı rüya davetkarı olan ve ebadı “küçük Bilal’in küçük gemicikleri”ni andıran yataklarımıza bırakıp ben dalışa, sevgili kocam ise uçuşa doğru yol aldı.
Sabah ‘kızlar yürüyüşü’ için biricik annem tarafından kaldırılarak, kocamı uykuda bırakıp kız çetesi ile koridorda buluştum. Ağır poyrazın bizi karaya vurduğu iskeleden nasıl otele savrulduğumuzu anlayamadığımız soğuk sonrası annaneme yetişebilmek için doğru odalara çıktık.

Hayallerimde Sheraton’un lobisinde oldukça şık kıyafetlerle salınan kendimi, ayağımda lastik pabuçlar, üzerimde kot etek ve saçımda bandanayla bulan ben bunun acısını çıkarabilmek için kahvaltıya el yordamıyla yaptığım topuzum, full makyajım ve elbisemle, sevgilim ise her zamanki yakışıklı hali ve özenli kıyafetleriyle indik.
Diyetime zeval getirmemeye çalıştığım ama cazibesinden de kendimi alamayarak açık büfeden hazırladığım kahvaltı tabağımla oturduğum aile masasından her ağızdan bir sözün çıktığı kalabalık ve keyifli bir muhabbetle kalktık.

Sonrasını anlatmaya dilim bile varmıyor…
Ben diyeyim pelte, siz diyin hamur..:))

Önce açık havada muazzam bir termal havuz keyfi, sonra içerideki sıcak ortamda iliklerini ısıtan havuza atlayış, sonra buhar odası, sonra tropik kuş sesleri eşliğinde duş, sonra ise her Türk gibi adının bile damarlarımızdaki kanı hızlandırdığı vazgeçilmez hamam sefası…
Odaya bir geldik ki rengimiz iki ton açılmışJ

Odaları boşaltıp otelden ayrıldıktan sonra yine Ali Baba’nın peşine takılarak düştük Ildır yollarına. Ildır, her “Fatmagül’ün suçu ne?” dizisi izleyicisinin yakından bildiği malum kasabanın ismi. Öyle bakir, öyle sessiz, öyle kendine ait ki tüm sıkıntılarını geride bırakarak ciğerlerine huzuru çekiyorsun…
Dizi ile ilgili birtakım tüyolar aldığımız kasabalıların dediğine göre, Fatmagül gelinlikleriyle tecavüze uğradığı koya geliyormuş. Bakalım, izleyip göreceğiz..

Güneşin yavaş yavaş çekilmesiyle ayrıldığımız Ildır’dan sonra ise kendi küçük ama namı büyük olan bir köfteciye gittik Manisa’nın Üçpınar Köyü’nde. Orada yediğim zeytinyağlı kuru börülce salatasını da bir ara anlatacağım sizlere…
Tüm bu bol hareketli programı tamamlayarak döndüğümüz Manisa’da sevdiklerimizi öpe koklaya Bursa yollarına düştük yine…

Geçen hafta yaşanan bol stresli bir haftayı böyle güzel bir ortamda ve sevdiğimiz insanlarla kapatmanın mutluluğuyla dönerken kullandığım arabada bu başlık geçti aklımdan. “Bizim suçumuz yok, koçumuz var!!”
Ailemizin derleyip toparlayan ve tüm güzelliklere sponsor olmak için gönüllü olan yaşam koçları sevgili A.Ç.E. ve A.E.’ye:))) Yani Ali Baba ve Aycan Ana’ya (Bu geyik bayağca sürer) tekrar teşekkür ediyor ve çok öpüyoruz.

İskele gülü
Tüm bu güzel fotoları çeken canım kocam UU
Annanemmm
Namıdeğer A.Ç.E. ve oğlu
Ayhan Baba
Tatil çetesi
                                                                         
Gül'ün gülendam annesi
A.Ç.E.'nin eşi Aycan Ana
Aysoş



Tembel küp

Uzun zamandır bir türlü fırsat bulup da
bulduklarımı boşa harcayıp da
yazamadığım bloguma bugün itibariyle kesin dönüş yapıyorum J
ne zamandır paylaşmak istediklerimi peyderpey gönderiyorum..

1 Kasım 2011 Salı


Rejimin ilk haftası
İlk haftasını atlatmak önemlidir” derler ya..
Hadi ordan..
Ne ilk haftası ya..bence her anı gayet zorlayıcı bu rejim işinin..
onca sevdiğim, gözümün ve iştahımın kaldığı her şeyden uzak, mahrumiyet bölgesi olan ‘Yeşil Çay Sahası’nda onbaşılık yapan minik bir asker gibi sürüyor rejim nöbetim..
Günlerim kepekli ekmek, salatalık, yeşil çay, 3 lt su, yeşil elma, yoğurt, maydanoz suyu, form çayı, ıhlamur, 4 yemek kaşığı ana öğün şeklinde akıııııııpp gidiyor…
Umuyorum ki bunca çaba karşılığında beklenen kilo oranını yağlarımdan vermiş olabileyim..
Yoksa irademe karşı açtığım savaş ile birlikte yiyemediğim her tür tatlı, poğaça, kek, pasta, makarna, pilav ayrıca da içemediğim buz gibi cola, köpüklü Türk kahvesi ve has be has Türk çayı için çok pişman olacak ve vazgeçmek için bir kıvılcım bekleyen zihnimin kalori kanatlarını salacağım..